UMUT, ŞİFA ve MÜLKİYET
Mülkiyet Bütün
Kötülüklerin Anasıdır.
Hesiodos (MÖ. 800),
Jean-Jacques Rousseau (1712-1778)
Cervantes (1547-1616)
Cervantes (1547-1616)
Mutsuz musunuz?
Umutsuz musunuz?
Yoksa her ikisi de mi?
Beklentiniz ölçüsünde
değişik, ama hangisini seçtiyseniz doğru algı durumundasınız.
Son zamanlar dünyada sahnelenen
gösteri öyle umutsuzmuş gibi algılatılıyor ki, sormayın.
Neredeyse saat başı
değişen gündemler.
Bir felaket veya kötü
haberi, en son patlak vereninin unutturmasına dayalı film akıp gidiyor.
Tabii ki genelde de
mutsuz ve umutsuz çoğunluklar.
Kimisi zar zor hayatta
kalırken, kimisi arabayı değiştirememekten dertli.
Bir odasında 6 kişi
yaşanılan evlerin yanında, yıllarca gidilemeyen yazlıklar, çiftlikler, bağ
evleri.
Bazısı “acı patlıcanı
kırağı çalmaz, şimdi gidince bin tane şey bulurlar” diyip hastaneden kaçarken,
“50 yaş sonra her beş
yılda bir kolonoskopi yapılmalı” diyenler, her altı ayda bir T1, T2, T3, TSH
ölçtürme derdinde olanlar.
Ruhsal hazımsızlık ve
tatminsizlik belki de hepsinin temelinde yer alıyor.
Doğal olarak, bu tür
ruhani dertlere deva çabaları da bu yalan dünyanın bir parçası olmuş.
İster illüzyon deyin,
ister gösteri, ister hayal dünyası, ister “Matris”.
Filme kendinizi
kaptırmaya görün.
Bu gösteriyi izleye
izleye hastalanmamak mümkün değil.
Bu filme kendini kaptıranların
sayısı da azımsanmayacak kadar çok.
Yaralanmışların yaralarına
merhem olmaya çalışanlar da ortada dolaşıyor.
Aklı yettiğince derman
olma çabasındalar.
Hele bu şifa
terapilerinin Anglosakson, Hint sosluları veya değişik karışımları tadından yenmiyor.
Evrene enerji gönderen
gönderene. Enerji patlaması.
Halleri de ayrı ayrı
komik.
Sürekli vınlayanından,
mımmmlayanına, hipnozcusundan, medyumuna, sigara bırakma terapisinden,
bilişselcisine, ışığı göreninden, nefes alıcısına, diye uzayıp gidiyor liste…
Şifacının da tedaviye
muhtaç olduğunu hiç düşünüyor muyuz?
Çoğu travmalardan, acı
sarmallarından çıkmış.
O ya da bu şekilde bir
aydınlanma sonrası şifa dağıtmaya başlamışlar.
Tıp bilimini tahsil
edenler de var, etmeyenler de.
Gerçekten yaşamı okuyabilip
hazmedenleri de çıkmıyor değil.
Ancak çoğu, umudun
varlığı ile oynuyor.
Karşı çıktığınızda da
adınız ya “tedavi veya bilgi almaya henüz hazır değilsiniz”e veya “çakralarınız
çok kapalı”ya varırsa şaşırmayın.
Yine de, umudu ve
mutluluğu yakalama çabası sürüyor.
Tabii ki, ücreti
mukabil.
E tabi, bu kadar
çabaya karşılık olan belli bir cukkayı, pardon, cüzi ücreti çok görmemek lazım.
Dert ne peki?
Dert bir değil ki.
Ama illüzyon içinde
yaşatılanlar asıl dertler değil. Olmayanı dert olarak icat edip, gidermeye
çalışma gibi sonsuz döngüde, bir iş yapıyorMUŞ havası. Fasit daire veya ….
Hem mutsuzuz, yalnızız
diye haykırmak, hem de her şeye sahip olmayı ve yalnız kalmayı istemek gibi
çelişkili haller, bu filmin nevrotik rollerinde kaybolanların çıkmazları.
Hem kimseye ve hiçbir
şeye tahammülümüz yok, hem de her şey benim olsun isteğimiz, doymak bilmemek
tavan yapmış, ayyuka çıkmış.
Çakma, takma ve
tutunma tipi sevgilerle maçı idareye çalışanlar.
Peki, sevgi, içtenlik,
masumiyet, samimiyet nerede, hangi zamanlarda kaldı?
Sanıyorum bu soruların
cevabını Jean-Jacques Rousseau (Jan Jak Russo) biliyordu.
İlk suçu işleyenin evinin
veya arsasının etrafına çit çeken olduğunu söyleyerek önemli tespitini
yapmıştı;
“Mülkiyet, bütün
kötülüklerin anasıdır”
Delice bir “sahip olma”
hastalığı o andan itibaren başladı.
Peki “O an”, ne zamandı?
Tarımın icat edildiği
zaman olsa gerek.
“Benim tarlam çık
dışarı” diye hırlaşanlar olmuş olabilir.
O an ne zamandı tam bilinmez
ama geldiği nokta, inanılır bir halde değil.
Akıl almaz bir hırs,
doymazlık ve rezillikte bir madde bağımlılığı.
En fazla şifa
dağıtıyoruz diyenlerde tavan yapmış durumda bu hastalık.
Gerçek şifacılar ise
köşelerinde, ilahi adalet ve zamanlarını bekliyorlar.
Keşke beklemeseler de
sahaya gelseler.
Kısacası bu mülkiyet
yok mu, başımızın belası.
Fıtratında var galiba
insanın mülkiyet.
Hay fıtratına…
20 Mayıs 2014,
Ortaköy
Yukarıda anlatılanlar İstanbul ağırlıklı bir hikâyedir.
Tüm dünyayı etkilemek
isteyen
bu hikâyeden payını almamışlara ne mutlu.
Başka bir yazıda “İstanbul Türkiye midir?” konusunu işleyelim mi?
* İllüzyon, duyu yanılsaması ve yanılsama olarak bilinir. Gerçek
bir nesnenin duyular üzerindeki izlenimlerinin yanlış değerlendirilmesidir. (http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/ill%C3%BCzyon)
Mutsuzluk standart bence. Mutlak bir mutluluk diye de bir şey yok; mutlu anlar var sadece. Umutsa, fakirin ekmeği. Fıtratta var. Şifacılar bence de çok komikler ve benim gördüklerimin tümü klinik vaka idi. Gerçek şifa, insanın aklını kullanma cesareti göstermesindedir diye düşünüyorum. Bizimkisi gibi yarı ilkel ve medeniyetsiz toplumlarda bu farkındalıklarla yaşayabilmek çok zor, kanırtıcı. Bendeki umutsuzluk, fıtratı delip geçen cinsten, izi bile pek görünmüyor. O nedenle, tatmini de, memnuniyeti de kendi içinde aramak en manevi, en düzgün yol diye düşünmekteyim naçizane.
YanıtlaSil