20 Mayıs 2014 Salı

UMUT, ŞİFA ve MÜLKİYET

UMUT, ŞİFA ve MÜLKİYET

Mülkiyet Bütün Kötülüklerin Anasıdır.
Hesiodos (MÖ. 800), 
Jean-Jacques Rousseau (1712-1778)
Cervantes (1547-1616)

Mutsuz musunuz?
Umutsuz musunuz?
Yoksa her ikisi de mi?

Beklentiniz ölçüsünde değişik, ama hangisini seçtiyseniz doğru algı durumundasınız.
Son zamanlar dünyada sahnelenen gösteri öyle umutsuzmuş gibi algılatılıyor ki, sormayın.

Neredeyse saat başı değişen gündemler.
Bir felaket veya kötü haberi, en son patlak vereninin unutturmasına dayalı film akıp gidiyor.
Tabii ki genelde de mutsuz ve umutsuz çoğunluklar.

Kimisi zar zor hayatta kalırken, kimisi arabayı değiştirememekten dertli.
Bir odasında 6 kişi yaşanılan evlerin yanında, yıllarca gidilemeyen yazlıklar, çiftlikler, bağ evleri.
Bazısı “acı patlıcanı kırağı çalmaz, şimdi gidince bin tane şey bulurlar” diyip hastaneden kaçarken,
“50 yaş sonra her beş yılda bir kolonoskopi yapılmalı” diyenler, her altı ayda bir T1, T2, T3, TSH ölçtürme derdinde olanlar.
Ruhsal hazımsızlık ve tatminsizlik belki de hepsinin temelinde yer alıyor.

Doğal olarak, bu tür ruhani dertlere deva çabaları da bu yalan dünyanın bir parçası olmuş.
İster illüzyon deyin, ister gösteri, ister hayal dünyası, ister “Matris”.
Filme kendinizi kaptırmaya görün.
Bu gösteriyi izleye izleye hastalanmamak mümkün değil.
Bu filme kendini kaptıranların sayısı da azımsanmayacak kadar çok.
Yaralanmışların yaralarına merhem olmaya çalışanlar da ortada dolaşıyor.
Aklı yettiğince derman olma çabasındalar.

Hele bu şifa terapilerinin Anglosakson, Hint sosluları veya değişik karışımları tadından yenmiyor.
Evrene enerji gönderen gönderene. Enerji patlaması.
Halleri de ayrı ayrı komik.
Sürekli vınlayanından, mımmmlayanına, hipnozcusundan, medyumuna, sigara bırakma terapisinden, bilişselcisine, ışığı göreninden, nefes alıcısına, diye uzayıp gidiyor liste…

Şifacının da tedaviye muhtaç olduğunu hiç düşünüyor muyuz?
Çoğu travmalardan, acı sarmallarından çıkmış.
O ya da bu şekilde bir aydınlanma sonrası şifa dağıtmaya başlamışlar.
Tıp bilimini tahsil edenler de var, etmeyenler de.
Gerçekten yaşamı okuyabilip hazmedenleri de çıkmıyor değil.
Ancak çoğu, umudun varlığı ile oynuyor.
Karşı çıktığınızda da adınız ya “tedavi veya bilgi almaya henüz hazır değilsiniz”e veya “çakralarınız çok kapalı”ya varırsa şaşırmayın.
Yine de, umudu ve mutluluğu yakalama çabası sürüyor.
Tabii ki, ücreti mukabil.
E tabi, bu kadar çabaya karşılık olan belli bir cukkayı, pardon, cüzi ücreti çok görmemek lazım.

Dert ne peki?
Dert bir değil ki.
Ama illüzyon içinde yaşatılanlar asıl dertler değil. Olmayanı dert olarak icat edip, gidermeye çalışma gibi sonsuz döngüde, bir iş yapıyorMUŞ havası. Fasit daire veya ….

Hem mutsuzuz, yalnızız diye haykırmak, hem de her şeye sahip olmayı ve yalnız kalmayı istemek gibi çelişkili haller, bu filmin nevrotik rollerinde kaybolanların çıkmazları.
Hem kimseye ve hiçbir şeye tahammülümüz yok, hem de her şey benim olsun isteğimiz, doymak bilmemek tavan yapmış, ayyuka çıkmış.

Çakma, takma ve tutunma tipi sevgilerle maçı idareye çalışanlar.
Peki, sevgi, içtenlik, masumiyet, samimiyet nerede, hangi zamanlarda kaldı?

Sanıyorum bu soruların cevabını Jean-Jacques Rousseau (Jan Jak Russo) biliyordu.
İlk suçu işleyenin evinin veya arsasının etrafına çit çeken olduğunu söyleyerek önemli tespitini yapmıştı;
“Mülkiyet, bütün kötülüklerin anasıdır”

Delice bir “sahip olma” hastalığı o andan itibaren başladı.
Peki “O an”, ne zamandı?

Tarımın icat edildiği zaman olsa gerek.
“Benim tarlam çık dışarı” diye hırlaşanlar olmuş olabilir.

O an ne zamandı tam bilinmez ama geldiği nokta, inanılır bir halde değil.
Akıl almaz bir hırs, doymazlık ve rezillikte bir madde bağımlılığı.
En fazla şifa dağıtıyoruz diyenlerde tavan yapmış durumda bu hastalık.
Gerçek şifacılar ise köşelerinde, ilahi adalet ve zamanlarını bekliyorlar.
Keşke beklemeseler de sahaya gelseler.

Kısacası bu mülkiyet yok mu, başımızın belası.
Fıtratında var galiba insanın mülkiyet.
Hay fıtratına…

20 Mayıs 2014,
Ortaköy

Yukarıda anlatılanlar İstanbul ağırlıklı bir hikâyedir.
Tüm dünyayı etkilemek isteyen bu hikâyeden payını almamışlara ne mutlu.
Başka bir yazıda “İstanbul Türkiye midir?” konusunu işleyelim mi?

* İllüzyon, duyu yanılsaması ve yanılsama olarak bilinir. Gerçek bir nesnenin duyular üzerindeki izlenimlerinin yanlış değerlendirilmesidir. (http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/ill%C3%BCzyon)


1 yorum:

  1. Mutsuzluk standart bence. Mutlak bir mutluluk diye de bir şey yok; mutlu anlar var sadece. Umutsa, fakirin ekmeği. Fıtratta var. Şifacılar bence de çok komikler ve benim gördüklerimin tümü klinik vaka idi. Gerçek şifa, insanın aklını kullanma cesareti göstermesindedir diye düşünüyorum. Bizimkisi gibi yarı ilkel ve medeniyetsiz toplumlarda bu farkındalıklarla yaşayabilmek çok zor, kanırtıcı. Bendeki umutsuzluk, fıtratı delip geçen cinsten, izi bile pek görünmüyor. O nedenle, tatmini de, memnuniyeti de kendi içinde aramak en manevi, en düzgün yol diye düşünmekteyim naçizane.

    YanıtlaSil

TECRİT, EVDE ZAMANLAR ve SADHGURU’DAN İNCİLER…

TECRİT, EVDE ZAMANLAR ve SADHGURU’DAN İNCİLER… (SIKILMA ÜZERİNE) (Bu yazı 25+ ile -60 yaş aralığına daha uygundur sanıyorum. Dalga g...