TOPLANTIDAYIM SİZİ
DAHA SONRA ARAYACAĞIM…
CAN’T TALK RIGHT NOW…
I’LL CALL YOU LATER…
Telefonu
yüzünüze kapatıp bu mesajı gönderenlere ne demeli?
Olay
gelişimi standart. Cepten ararsınız, aradığınız anda cep derhal meşgule düşürülür
ve bir, iki saniye sonra gelen mesaj “Toplantıdayım. Sizi daha sonra
arayacağım.”
Üzüntü
verici bir durum. Acınacak dense daha doğru sanki. Ayrıca sinir oluyor insan.
Bu anglosaksonvari
yanıtlar, katlanmak zorunda bırakılan acımasız kapitalist zamansızlığın içinde
eski duyarlılığını göstermeye çalışanların bir çabası. Sıkıcı sorumluluk gösterileri.
İnsani yanın her dakika azaldığı sahte yakınlığın ve bireyselliğin yükseldiği
bir ortamdaki “Çok yoğunum, ama elimde yüzlerce iş varken bile sana yanıt yazıyorum”
göndermesi. “Sağol, çok etkilendim, teşekkür ederim.” Bu SMS’,i yollamasan da
durumunun bu olduğunu anlıyoruz zaten.
Telefonu yüzünüze
kapatma misali meşgule düşürme sonrası mesajın Türkçe olanı Türkiye içinde
faaliyet gösterenler tarafından seçilirken, seçkin I-Phone ekibi, kalitesi ve
yabancılaşmasıyla mütenasip bir Anglosaksonca mesajı tercih ediyor “can’t talk
right now. I’ll call you later.”
Nefes almaz bir yoğunluk ve mazeretler…
Dönüp
dolaşıp aynı yere geliyoruz ya da aynı açıklamalar yapılıyor.
Kapitalizmin
hapsi evlilik ve prangası da çocuk. Kapitalizmin illüzyon (yanılsama) olarak
kullandığı diğer büyük kurgularda da bu müessesenin resmileştirilmesi ve sevgiye
dayalı yarış ekonomisi, güler yüz gösteren bir korku filmi kahramanı gibi.
Evlilik ve
çocuk olunca, boğaza kadar batılmış vaziyetteki vahşi ekonomik düzen içinde bu zorunluluklardan
kaçış yok gibi görünüyor. Bu durum ezici bir hapislik diyerek tanımlanınca da sıkıntı
başlıyor, çünkü kimse boy aynasındaki görünümüne bakmak istemiyor. Rahatsız
oluyor bu hali görmekten. Bu durumda da görmezden gelme ile birlikte mazeret
üreterek kendini rahatlatma çabaları başlıyor. Ne yapsın ki? Bu yaşam formu
içinde yaşayıp, ona karşı gelerek veya sadece sırf bu doğruları görmek adına
hep mutsuz mu olsun?
Okullardaki
eğitimlerin işe yaramadığı asıl sahnenin piyasa olduğu safsatası dillerde. Hem
bilimi hem de eğitimi yalancı duruma düşürüyormuş gibi gösteriyor bu yaklaşım.
Hatta bu sahte oluşumları istatistik denilen sihirli rakamları işine geldiği gibi
okuma ve anket denilen diğer manipüle edilmiş yöntemlerle bilimselmiş gibi
gösterme gayretleri. (Politikanın bayağılaşma ve seviyesizleşme ile birlikte popülizm
(ucuz halkçılık) adını taktıkları, geçim kölesi haline getirdikleri ve seviyeyi
düşürdükleri avama öykündürme durumlarını irdelemiyelim.)
Telefon
konuşmasına zaman ayıramaz hallere gelinen bu denli yoğunluk niye? Biraz “kendine
vakit ayır” dendiğindeyse yanıt belli “Eee sorumluluk, eve para gelmesi lazım.
Ekmek parası.”
Ekmek Parası…
Ekmek parası
ha!? Hep aynı terane. O nasıl bir ekmektir ki? 1000 tane Güliver yese doyar,
ama işte o ekmek için koşarak kıyma makinesine giriliyor. Ne okunan “1984”ler
kafi geliyor, ne sosyal eşitlik değerleri, ne paylaşım, ne etik ne de başka
değerler. Hayret ki ne hayret. “Altta kalanın canı çıksın” çocukluğumuzda bir oyun
sözüyken, büyük yaşlarda oynadığımız oyunların gerçeği oluyor. Ve altta kalana
bakılmıyor bile. Mazeretlerle yürekler, ruhlar rahatlatılıyor.
Kıyma makinasından
geçip sağ kurtulanlarda, bu boğucu süreçlerden çıktıklarında hep aynı “Hayatı
kaçırmayın” teraneleri. Yetiştirdiği yeni kapital patron yamağı ile karşılaştığında,
sahte sohbetler genelde. Bu kez sohbette roller değişmiş. Eski yamak, yeni
sanal patron karbon kopyası, bir zamanlar eski amirinin öğrettiği şekilde, tebessümle
onu izliyor. Hatta çok saygılı pozlarda sırtını sıvazlayıp yolluyor. Babalarına
yaptıklarını oğullarından gören babalar misali ardına bile bakmadan ayrılırken,
“Bunu ben mi yarattım?” diye sormak için çok geç olduğunu biliyor eski CC
(Carbon Copy). Biliyor ama gerçekler rahatsız edici. Hemen geleneksellik ve dogmanın
içine kendini atıp “Şükür bugünlere de” diyerek “check-up” tarihi almak için “…..
Hospital”e girerken “hiç olmazsa imkanım var” diyerek avunsa da, makinanın ömrünün
belli olduğunu biliyor. Bu kadar gergin bir hayat yaşamasaydı genetik olmayan
arazları da baş göstermeyebilirdi en azından.
Yeni patron
konumuna oturanlardaysa hızını alamayıp, çıtayı kendinden öncekinin daha
yükseğine taşımak diyerek vahşi kapitalist akışa kapılıp, performans
değerlendirmeleri yapmalar, daha az zamanda daha çok iş istemeler, “seni
anlıyorum ama burada da yapılması gereken bir iş var” söylevleri. Peki ya
vicdan? Özeleştirici? İçselleştirme? Samimiyet?
Büyük sahibe
kazandırdığı paranın ne kadarı kendine dönüyor, karın veya kazanılanın ne kadarı
daha aşağıdakilerin hayatının iyileşmesine harcanıyor?
“Sen de
abartma. Dünyanın sistemi bu!” diyenleri duyar gibiyim. Diyedursunlar. Aksinin
kabulü kendi yaşadıklarının inkârı olacağından, sisteme uyuyorlar. Zira sisteme
uymayanın ne hale geldiğinin örnekleri ortada. Altından arabası alınmış, artık
Kanarya Adalarına tatile gidemeyecek, çocuğunun Viyana’da okurken ailece hafta sonlarında
onun yanında olamayacağı veya şirket kartı ile yaptıkları hovardalıkları
yapamayacakları bir dünya düşünülebilir mi?
Bu durumda çok önemli ve bitmeyen toplantılardayken, senin
aramana cevap mı verecek?
Çözüm; al meşgule ve standart hale gelen mesajını hemen
yolla.
“Toplantıdayım.
Sizi daha sonra arayacağım.”