25 Mayıs 2014 Pazar

CAN’T TALK RIGHT NOW… I’LL CALL YOU LATER…

TOPLANTIDAYIM SİZİ DAHA SONRA ARAYACAĞIM…

CAN’T TALK RIGHT NOW… I’LL CALL YOU LATER…

Telefonu yüzünüze kapatıp bu mesajı gönderenlere ne demeli?

Olay gelişimi standart. Cepten ararsınız, aradığınız anda cep derhal meşgule düşürülür ve bir, iki saniye sonra gelen mesaj “Toplantıdayım. Sizi daha sonra arayacağım.”

Üzüntü verici bir durum. Acınacak dense daha doğru sanki. Ayrıca sinir oluyor insan.

Bu anglosaksonvari yanıtlar, katlanmak zorunda bırakılan acımasız kapitalist zamansızlığın içinde eski duyarlılığını göstermeye çalışanların bir çabası. Sıkıcı sorumluluk gösterileri. İnsani yanın her dakika azaldığı sahte yakınlığın ve bireyselliğin yükseldiği bir ortamdaki “Çok yoğunum, ama elimde yüzlerce iş varken bile sana yanıt yazıyorum” göndermesi. “Sağol, çok etkilendim, teşekkür ederim.” Bu SMS’,i yollamasan da durumunun bu olduğunu anlıyoruz zaten.

Telefonu yüzünüze kapatma misali meşgule düşürme sonrası mesajın Türkçe olanı Türkiye içinde faaliyet gösterenler tarafından seçilirken, seçkin I-Phone ekibi, kalitesi ve yabancılaşmasıyla mütenasip bir Anglosaksonca mesajı tercih ediyor “can’t talk right now. I’ll call you later.”

Nefes almaz bir yoğunluk ve mazeretler…

Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz ya da aynı açıklamalar yapılıyor.

Kapitalizmin hapsi evlilik ve prangası da çocuk. Kapitalizmin illüzyon (yanılsama) olarak kullandığı diğer büyük kurgularda da bu müessesenin resmileştirilmesi ve sevgiye dayalı yarış ekonomisi, güler yüz gösteren bir korku filmi kahramanı gibi.

Evlilik ve çocuk olunca, boğaza kadar batılmış vaziyetteki vahşi ekonomik düzen içinde bu zorunluluklardan kaçış yok gibi görünüyor. Bu durum ezici bir hapislik diyerek tanımlanınca da sıkıntı başlıyor, çünkü kimse boy aynasındaki görünümüne bakmak istemiyor. Rahatsız oluyor bu hali görmekten. Bu durumda da görmezden gelme ile birlikte mazeret üreterek kendini rahatlatma çabaları başlıyor. Ne yapsın ki? Bu yaşam formu içinde yaşayıp, ona karşı gelerek veya sadece sırf bu doğruları görmek adına hep mutsuz mu olsun?

Okullardaki eğitimlerin işe yaramadığı asıl sahnenin piyasa olduğu safsatası dillerde. Hem bilimi hem de eğitimi yalancı duruma düşürüyormuş gibi gösteriyor bu yaklaşım. Hatta bu sahte oluşumları istatistik denilen sihirli rakamları işine geldiği gibi okuma ve anket denilen diğer manipüle edilmiş yöntemlerle bilimselmiş gibi gösterme gayretleri. (Politikanın bayağılaşma ve seviyesizleşme ile birlikte popülizm (ucuz halkçılık) adını taktıkları, geçim kölesi haline getirdikleri ve seviyeyi düşürdükleri avama öykündürme durumlarını irdelemiyelim.)

Telefon konuşmasına zaman ayıramaz hallere gelinen bu denli yoğunluk niye? Biraz “kendine vakit ayır” dendiğindeyse yanıt belli “Eee sorumluluk, eve para gelmesi lazım. Ekmek parası.”

Ekmek Parası…

Ekmek parası ha!? Hep aynı terane. O nasıl bir ekmektir ki? 1000 tane Güliver yese doyar, ama işte o ekmek için koşarak kıyma makinesine giriliyor. Ne okunan “1984”ler kafi geliyor, ne sosyal eşitlik değerleri, ne paylaşım, ne etik ne de başka değerler. Hayret ki ne hayret. “Altta kalanın canı çıksın” çocukluğumuzda bir oyun sözüyken, büyük yaşlarda oynadığımız oyunların gerçeği oluyor. Ve altta kalana bakılmıyor bile. Mazeretlerle yürekler, ruhlar rahatlatılıyor.

Kıyma makinasından geçip sağ kurtulanlarda, bu boğucu süreçlerden çıktıklarında hep aynı “Hayatı kaçırmayın” teraneleri. Yetiştirdiği yeni kapital patron yamağı ile karşılaştığında, sahte sohbetler genelde. Bu kez sohbette roller değişmiş. Eski yamak, yeni sanal patron karbon kopyası, bir zamanlar eski amirinin öğrettiği şekilde, tebessümle onu izliyor. Hatta çok saygılı pozlarda sırtını sıvazlayıp yolluyor. Babalarına yaptıklarını oğullarından gören babalar misali ardına bile bakmadan ayrılırken, “Bunu ben mi yarattım?” diye sormak için çok geç olduğunu biliyor eski CC (Carbon Copy). Biliyor ama gerçekler rahatsız edici. Hemen geleneksellik ve dogmanın içine kendini atıp “Şükür bugünlere de” diyerek “check-up” tarihi almak için “….. Hospital”e girerken “hiç olmazsa imkanım var” diyerek avunsa da, makinanın ömrünün belli olduğunu biliyor. Bu kadar gergin bir hayat yaşamasaydı genetik olmayan arazları da baş göstermeyebilirdi en azından.

Yeni patron konumuna oturanlardaysa hızını alamayıp, çıtayı kendinden öncekinin daha yükseğine taşımak diyerek vahşi kapitalist akışa kapılıp, performans değerlendirmeleri yapmalar, daha az zamanda daha çok iş istemeler, “seni anlıyorum ama burada da yapılması gereken bir iş var” söylevleri. Peki ya vicdan? Özeleştirici? İçselleştirme? Samimiyet?

Büyük sahibe kazandırdığı paranın ne kadarı kendine dönüyor, karın veya kazanılanın ne kadarı daha aşağıdakilerin hayatının iyileşmesine harcanıyor?

“Sen de abartma. Dünyanın sistemi bu!” diyenleri duyar gibiyim. Diyedursunlar. Aksinin kabulü kendi yaşadıklarının inkârı olacağından, sisteme uyuyorlar. Zira sisteme uymayanın ne hale geldiğinin örnekleri ortada. Altından arabası alınmış, artık Kanarya Adalarına tatile gidemeyecek, çocuğunun Viyana’da okurken ailece hafta sonlarında onun yanında olamayacağı veya şirket kartı ile yaptıkları hovardalıkları yapamayacakları bir dünya düşünülebilir mi?

Bu durumda çok önemli ve bitmeyen toplantılardayken, senin aramana cevap mı verecek?
Çözüm; al meşgule ve standart hale gelen mesajını hemen yolla.

“Toplantıdayım. Sizi daha sonra arayacağım.”

1 yorum:

  1. İnsanın her arandığında bulunabilir olması çok rahatsız edici bir durum. Her tür iletişim yazılı veya mesajla olmalı bence.

    YanıtlaSil

TECRİT, EVDE ZAMANLAR ve SADHGURU’DAN İNCİLER…

TECRİT, EVDE ZAMANLAR ve SADHGURU’DAN İNCİLER… (SIKILMA ÜZERİNE) (Bu yazı 25+ ile -60 yaş aralığına daha uygundur sanıyorum. Dalga g...