5 Haziran 2014 Perşembe

GAZETE, KİTAP ve İNTERNET

GAZETE, KİTAP ve İNTERNET
(üzerine bir bakış)

Gazete, Kitap ve İnternet karşılaştırması tümüyle bire bir karşı gelen olguları içermiyor. Bu yazıda gazetenin ve kitabın sayısal (digital) ortamda kullanımı ve internet'in hayatımızdaki bu bağlamdaki yerine eleştirel bir bakışla eğilmek istiyorum.

Herkes İnternette…

İnternet, modern çağda bilimin geldiği son nokta olmadı belki ama, en sık kullanılan faydalı gibi gözüken, müthiş bir oyuncak, iletişim ortamı ve ilüzyon aracı olarak yerine oldukça yaygın şekilde oturdu.

Gerçek ve yalanın büyük bir toz bulutu içinde karıştığı sanal bir dünya orası. Müşterisi ise oldukça fazla. Gerçek hayatta yaşamak yerine oradaki hayallerde kaybolmak zahmetsiz bir oyalanma sağladığından olsa gerek.

O kadar çok kişi internet'te ki, kitlelere sesimizi duyurmak, internet’e ilişkin görüşlerimizi, hatta eleştirilerimizi iletmek için yine onu kullanmak zorunda kalıyoruz.

Temel kullanımının çok basit olması, kaçınılmaz biçimde bağımlılık yaratan ve bu kolay tüketimi arzu edenlere insan içindeymiş hissini veren “sosyal (!) medya” uygulamaları var. Çağımızın yalnızlaştırılmış insanının sosyal-MİŞ gibi hissettirilmesi çoğunluğun burada olmasını sağlıyor. Bu kadar çok sayıda alıcının olduğu bir pazarda da ticari kazanç için her reklam fırsatı bıktırıcı seviyede değerlendirilirken bu sistemlere ilişkin uygulamalar, magazinsel yenilikler sürekli biçimde pompalanıyor.

İnternet ve Yaş Grupları…

Neredeyse 55’li yaşların altında herkes orada. 55 üzerindeki yaşlardaki İstisnai süper-babaanneler ve amcalar var ama sayıları çok değil. Zaten 55’li yaşların üstündekiler akıllı telefondu, bilgisayardı, internetti pek yanaşmak istemiyor. Bu cihazların karşısında boncuk boncuk ter döküyor çoğu. Sadece SMS kullanmayı ya da onların diliyle mesaj atmayı öğrenenleri, bu başarılarını büyük gelişim, devrim olarak görüyor. Numaralarını nasıl kaydedeceklerini bilmedikleri yeni aramalar ve kullanmadıkları bir sürü menü ile hafakan bastırıcı alengirli işlere uzak duruyor bu grup. Tüfek icat oldu mertlik bozuldu sözüne koşut "bilgisayar-telefon-internet bulundu huzur bozuldu" durumu oluşmuş bu 55+ ekibi için.

40-55 grubu; bu işi mesleği veya yaşı gereği yakalan ekip.

40’ın altı ise yetisine göre takla attırıyor bu aletlere. Hızlı iletişim, birçok bilgiye çabuk ulaşma, sınırsız müzik seçenekleri, internet üzerinden kendi radyosnu bile kurabilenler, harita, yol bulma kolaylıkları ve diğer binlerce uygulamayı kullanıyorlar. İnternet'in faydaları saymakla bitmez enginlikte sevenleri için.


İnternet bağımlılığı…

İnternet üzerindeki uygulamalara kendini kaptırıp otobüsten, uçaktan inip ona bağlanamazsa havasızlıktan veya susuzluktan ölecekmiş gibi kriz seviyesine kadar tırmanan wi-fi, internet bağlantısı arayanları görmeyen var mı? İnternet bağlantısı kesilmesinin, yaşamla bağlantının kesilmesi olduğunu hisseden çokça insan çevrenizde yok mu?

Ekranı öpen, koklayan aşıklardan, bir whatsapp mesajı gelmediği için deliye dönenler, telefonu ipad’i ile yatağa girenler. Komik ve trajik, hastalıklı bir hâl.

Milyonlarca insan gerçek dünyada durumu idare edip, mümkünse orada yaşıyor.

Başıma buyruk dolaştığım Güney Amerika’da dört ay hiç cep telefonuyla konuşmadım ve hala hayattayım. Ancak oralarda dahi kaldığım yerler veya gittiğim kafelerde ilk sorum "wi-fi var mı?" oluyordu. Evden haber almak için ekranları elime, karşıma aldığım sıkça oluyordu ama dört ay telefon kullanmadan yaşanabildiğini gördüm. En azından telefon bağımlılığından kurtuluş bile, mecbur olma ve radikal bir inkar ile mümkün ancak. Ama sonuçta mümkün.


Uzay Yolundan bugüne…

1970’lerde “Uzay Yolu” ismiyle o zamanki tek kanallı Türkiye’de TRT ekranlarında gösterilen bir dizi vardı. Süleyman’ın sakalı, Fatmagül’ün suçu veya bayağılaşmış sabah programlarıyla ilgilenilmeyen derinliksiz yıllardı. Tarih öncesi gibi bir şey yani.

Uzay Yolu’nun bazı bölümlerde ekrandan kitap okuyanlar ilginç gelmişti bana. Sadece elektronik kitap değil, o yıllarda dizide yana açılan kapılar, lazer tabancaları ve daha birçok bilim-kurgu olarak sergilenen icat hayatımızda yerini aldı günümüzde. Dünün hayal mahsulü aletleri, cihazları bugünün ele tutulan, kullanılan gerçek sistemleri oldu.


Kağıt Kokusu, Dokunuş ve Duygusallık…

Koltuğa şöyle bir gömülüp elimde tuttuğum kitabı koklamak hala beni mest ediyor. Gazeteyi köşedeki bayii veya bakkaldan almak ya da vapura koşarken neredeyse sayıları yok denecek kadar az sokak satıcılarından kapıp, haşır huşur sayfaları çevirerek okumak yerine, ellerde dolaşan cep telefonu ve minik ekranlar açılıyor hemen. Nerede olursak olalım bu ekranların çekim gücüne kapılıp, içine dalınıyor günümüzde.

Gazeteyi, kitabı elle tutma zevki geride kaldı birçoğumuz için. Gelişmeyi kabul ve takip etsem de bu nostalji haline gelmeye başlayan durumları yaşıyorum. Zaman hükmünü gösterecek ve muhtemelen biz çağ dışı kalacağız ve okuma sadece ekranlardan yapılacak belki. Kim bilir?

Ekrana dokunmak yerine kâğıda teması yeğlesem bile, özellikle İstanbul’da yaşadığım zamanlarda hızla koşmaya başlayan zamana ve çevreye uyum için ekrana bakıp, onunla temasta olmak zorunda kalıyorum.

Para denilen anlamsız, sanal maddeyi elde etmek için de epeyce ekranlarla haşır neşir olmak gerekiyor. Yani orada olmanın bir nedeni de Cem YILMAZ antolojisindeki tanımıyla; “duygusal”. Orada olmak zorundasınız, çünkü sizi önüne alıp sürükleyen piyasa akımı, borsa, döviz, politik gelişmeler, dedikodular, sosyalleşmenizi sağlayan tüm sapır saçma uyutucu spor ve magazin haberleri dahil her şey orada.


Kitap ve internet’in ortam farkı…

İnternet’in zaman zaman insanı canından bezdiren aktif sayfaları, alttan üstten sağdan soldan girip çıkan, yanıp sönen, kandırmaca görsellerle sizi meşgul eden, başka bir bağlantıya sizi istemeden yönlendiren, sürekli dinamik reklamlar sokuşturulan bir ortamda bulunmak beni çok huzursuz ediyor. Sağında solunda sürekli kıpraşan sütünlar satırlar, geçen bantlar. Elektriğe kapılmış heyecanlı bir jelibon durumu ki sormayın; durmak, soluk almak bilmiyor. Sürekli Beyoğlu’nda dolaşıyorum hissi. Bir türlü Anadolu Fenerine gidip esen rüzgarda sakince çay içmek mümkün değil. İnternette dolaşmak, gürültü kirliliği içindeymişim duygusunu veriyor ve son tahlilde sinir ediyor beni, hem de çok. Reklam oynatan alt uygulamaları yasakladım son zamanlarda, bunu yapmakla başka birşey kaybediyor muyum bilmem ama biraz daha nefes alınır oldu ekranım.

Kitap okuma konusuna gelince, "sen de internetten okuma o zaman. Sadece kitap gazete dergi okuma işi için tasarlanmış ekranlar kullan" denilebilir. Olur, onları da deneyeceğim. Bu tip elektronik kitapları deneyip sevenleri olduğu gibi, alışamayanları da biliyorum.

Bu kadar iç içe tanım ve karmaşa internet ortamını anlatmaya çok uydu bence.

Oysa ki dokunulan kağıt kitap, özellikle istemedikçe, sizinle aranıza zoraki olarak hiçbir şey sokmayan sakin bir dost. Sadece yazarın size seslenişi ve olursa kafanızdaki konuşmalar. Huzur veren, sakin bir dost ortamı yani.


İnternet’teki bilgilere ne kadar güvenilebilir?…

Kitap ile internet aynı güvenirlikte değil bana göre. Neden mi?

Hack’lenme, programlara, uygulamalara başkası tarafından girilmesi gibi bilgi güvenliğini yok eden, doğrudan müdahaleye açık bir ortam olmasından. Büyük kurumlar ve şirketler, bilgiyi depolamayla birlikte at-başı giden bir güvenlik sağlama uğraşı ve kaygısındalar. Bu denli müdahaleye açık bir ortamda içeriğin değiştirilme ve üzerinde oynanma riski çok yüksek çünkü.


Arama Motorları Neyi Arıyorlar?

İnternetteki diğer bir sorun, sayfayı hazırlayan kişi veya kurumun kapasitesi, güvenirliği ve ciddiyeti. Arama motorları kurum ciddiyetine göre değil, ticari yönlendirmeye göre bir sıralamayla hiç güvenilemeyecek bir siteyi veya sayfayı sizin önünüze çıkarıverebiliyor.

Bilgi arama bağlamında da bilen bilmeyen herkesin sorgulamalarının temel dayanağı olmuş arama motorları var. Her şeyi onlar biliyor, ama nasıl?. Arama kriterleriyle oynayarak aslında güvenliği tartışılır bir referans olabileceğini hiç düşünüyor muyuz? Yani doğrular yerine, bizi istenildiği yöne çekmek isteyen bir yönlendirme.

İnternet’te her arama sonucunun güvenilir olduğunu ve her yazılanı ciddiye almak mümkün değil. Böyle olunca da yazanın veya hazırlayanın doğruluk kaygısı veya bilgiye dayalı bir denetimin olmadığı ortamda atış serbest durumları söz konusu.

Hele bir de ticari yaklaşımlar, agresif pazarlama teknikleri ve para için akan salyalar ön plana çıkınca yazanın ve yazılanın gerçekliği ve doğruluğu ne malum. Yazılanı sınamak öznel ölçütlere kalıyor. Kültürünüze, birikiminize, bilgiye dayalı algılarınıza bağlı. Kendini gazeteci olarak tanıtan ve internetteki sahte, kurgulanmış hicivli (satirical) bir haberi alıp yazan günümüzün köşe yazarı denilen, mandıra filozofları da bu tuzağa düşüyorlar.

Zamanında “bu haberi tekzip edin” diye yazmıştım ama her dönemin medyatörü olan bir meşhur gazetenin yazar diye tuttuğu çakma feylesoftan yanıt alamadım. Böyle birinin medya dünyamızın amiral gemisi olarak anılabilecek kuruluşunda hala çalışıyor olması da ülkemizin medya seviyesinin göstergesi ve ayrı bir kepazelik ya neyse.

Haber şuydu; Güya Bill Gates ve Oracle’ın patronu YALE Üniversitesindeki mezuniyet töreninde yaptıkları alaycı konuşmada “Dünyanın en üst düzeydeki üniversitesinden mezun oldunuz ama bizim gibi lise mezunları için çalışacaksınız” manasında alaycı cümleler söylemişler. Bu gibi yalan yanlış, insanların algılarını değiştirmeye zorlayan, umut ve beklentileriyle oynayacak bir haberi gerçek diye Türkiye ortamına sunulabiliyor. Maalesef bunun inananı da oldukça fazla. Ancak hem haber uydurma ve hem de topluma verdiği mesaj gerçekle ilgisi olmayan bir hali anlatıyor. Buna güvenmek isterseniz de seçim sizin.


Gazete ve Kitabın Güvenilir Aşamaları Var (Umarım)…

Oysa kitap ve gazete belli aşamalardan ve sürekli kontrollerden geçtiği için daha ciddiye alınabilecek bir kaynak. Editörü var, redaktörü var, hukukçusu var, var oğlu var. Ya da ben öyle olduğuna güvenmek, inanmak istiyorum. Bir yandan da bu kademelerdeki kişilerin de aynı internet bombardımanı ortamında yaşadığını ve benzer kolaycı alışkanlıklar geliştirebildiğini de öngörmek gerekiyor. Gugıl tanrısına yönelip bakmak bir kütüphaneye gidip arşivleri karıştırmaktan çok ama çok daha kolay. Bu durumda da sorgulanabilir kalite kavramı kitabın üretim aşamalarına da dolaylı biçimde etkimiş olabilir.

Gazete hızından ötürü bu etkilere çok daha açık. Bilgiye kolayca ve hızla ulaş düşüncesi hataya açık bir ortam doğurabilir. Öyle de olsa internet gibi çok dağınık ve gereksiz malzemeleri içeren aşırı dağınık bir çöplük halinde olmadığını düşünüyorum gazete ve kitap dünyasının.


Aklı ve Algıyı Kullanmak…

Son tahlilde, bilinçli kullanıcı olmak gerekiyor sanırım. Aklımızı ve birikimlerimizin oluşturduğu algımızı kullanarak ortamı anlayacak ölçüde, aşırı bilgi ve reklam bombardımanına maruz kalmayacak halde, yani gerektiği kadar internet kullanmak ama o sınırın ilerisinde de gazete ve kitabı bırakmamak uygun olanı sanırım.

İnternete küs değilim. Kullanıyorum ama çoğu zaman “maalesef” diyerek.

Hiç tanımadığım başka birinin, elimdeki, karşımdaki ekranın kamerasına girip beni ve evimi seyredebileceği bir ortamda olmaktan ve o aleti tutmaktansa, teker teker sayfalarını çevirdiğim kitap ve gazeteye dokunmak beni daha huzurlu ve mutlu kılıyor. Bir de onca emeği geçen yayınevleri, editörler, redaktörlere ne olduklarını bilmediğim elektronik yayıncılardan daha çok güveniyorum hala.

Okuyun diyorum. Sürekli okuyun. İsterseniz internetten veya tabletten de okuyun. Ama en çok kitap okuyun.


Okuyun ama;


kendinizi de koruyun lütfen.


İyi algılamalar.
İyi okumalar.
İyi şanslar...

05 Haziran 2014

1 yorum:

  1. değişen bir şey yok. sadece o yılarda Fatmagül yerine Kaynanalar vardı. Üstelik elimize aldığımız bu aletler olmadığı için ss. izlemek zorundaydık. Yatağa da iphone ile değil yatak arkadaşımız bilse belki yataktan atacağı belki de ben de sana bunu deneyelim mi demek istyordum diyeceği ıslak düşlerle giriyorduk. kendi adıma 31'e kadar koyun saymadım hiç. Internet ile kitap mukayesesine gelince... Savaş ve Barış'ı teliften düşen klasikleri gazeteler artı değer diye veriyor. Ama biri bakıyor mu kim çevirmiş, yayınvi kim diye. Böyle mallar oldukça ben de "çevirileri Raskolnikof madamın eline verdiğinde, desperate House Wifes'daki ginger'ı düşünüyordu gibi kurabiyeler yerleştiriyorum. Yani ne arayacağından çok nasıl arayacağın önemli. Hele de yerlerde sürünen, başabakan imamın boku leşliğinde.

    Sonuç olarak, herkesin elindeki kendine! Birinç!

    YanıtlaSil

TECRİT, EVDE ZAMANLAR ve SADHGURU’DAN İNCİLER…

TECRİT, EVDE ZAMANLAR ve SADHGURU’DAN İNCİLER… (SIKILMA ÜZERİNE) (Bu yazı 25+ ile -60 yaş aralığına daha uygundur sanıyorum. Dalga g...